Loading...

Mürşid-Şeyh Kimdir?










Şeyh-Mürşid o kimsedir ki:

-Sana nasihat ettiği zaman anlamanı sağlar,

-Öncülük ettiği zaman hedefe götürür,

-Elinden tuttuğu zaman seni kaldırır, yüceltir.


(yukarıdaki resim 
Şeyh Şamil)

Şeyh-Mürid o kimsedir ki:

-Senin kitaba ve sünnete yapışmanı sağlar,

-Seni bid'at ve hurafelerden uzaklaştırır.


Şeyh-mürşidin zahiri de şeriattır, batını da şeriattır.

Tarikat(tasavvuf), şeriatın ta kendisidir.

Sakın şeyh-mürşidinin tekkesini harem(kabe), 
kabrini sanem (put), halini geçim kaynağı yapma.

Hak yoluna sülük etmiş asıl mürid odur ki, o yolda ihlasla ve sadakatle katettiği merhaleden dolayı şeyhi onunla iftihar eder. Yoksa, asıl mürid, şeyhi ile iftihar eden değildir.

Bu alemde, çok kere, yalancıların etrafında toplanılır. Doğrular yalnız bırakılır. Mağrurların, mütekebbirlerin çevresinde takunya sesleri çoğalır. İnsanlar,kendi halindeki namuslu kişilerden uzaklaşır. Bütün bunlara hayret etme. Çünkü nefs, süslü müzeyyen kubbelerden, nakışlı kabirlerden ve geniş dergahlardan hoşlanır. Büyük sarıklı, geniş yenli, etrafı kalabalık şeyhlerle ülfetten hazzeder.

Bu perdelerin kalkması ve hakikatı görebilmen için, nefsin himmetini değil, kalbin himmetini harekete geçir. Kalbini çalıştır ve nefsine de ki:

- Ey nefsim! Eğer Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemi, geceleri üzerinde uyuduğu bir hasır üzerinde, hem de yatarken bedeninin yanlarında iz bırakan bir hasır üzerinde görseydin. Ehlibeytini de, yiyeceksiz, içeceksiz ve etrafında kendilerine hizmet eden hiç kimsenin bulunmadığı bir durumda görseydin. Sonra bir de, mücevher ve yakutlarla süslenmiş tahtında oturan acem şahına ve bolluk ferah içinde yüzen ve etrafında sayısız hizmetçilerin divan durduğu aile efradına baksaydın, hangi tarafta olurdun ve hangi tarafa meylederdin ?

Hiç şüphe yok ki, eğer Allah muvaffakiyet verdiyse, Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme ve ehlibeyti ile birlikte olmayı sevmen ve o tarafa meyletmen gerekir...

İşte bütün bunları göz önünde bulundurarak, kalbin himmet ve gayretini Muhammedi hal ehline doğru yönelt , oraya doğru götür. Böyle yaptığın taktirde Allah ve Resulullah taraftarı sayılırsın...

Sakın ha! Aç durmayı, bazı maddi dünyevi nimetlerden kendini mahrum bırakmayı, sert kumaşlardan yapılmış eski püskü ve kirli elbiseler giymeyi, darlık yokluk içinde yaşamayı ve kendini salıvermeyi Allah yolunun yolculuğu sanma. Zira hiç şüphe yok ki, Allah ile ünsiyetsiz ve edeb-i Muhammedi'den nasipsiz bir açlık, köpeklerin vasfıdır. Öyleyse, edeb-i Muhammedi ile edeplenerek kadrini yükselt. Hem de taa Allah dostlarının ileri gelenlerinden vuslat ehlinin mertebelerine kadar yükselt. Amellerine mağrur olmaktan kat'iyetle sıyrıl. Enaniyetini yok et. Zira enaniyet (benlik), iblisin kalıntısıdır. Ta ki efendinin yani Allah'ın yakınında kurtuluşa eresin. Kişiye veli (dost, sahip) olarak Allah kafidir.

Bügün halk, sihri ve kimyevi bir takım hüner sahiplerine alaka gösteriyor. Vahdet-i vücudcuların, mantık dışı ve anlaşılmaz bazı sözler sarfedenlerin ve harikuladelik iddialarında bulunanların peşinden gidiyor. Sakın ha! Böylelerinden kat'iyetle uzakdur. Zira hiç şüphe yok ki, onlar, kendilerine tabi olanları cehenneme götürür, Allah'ın gazabına maruz bırakır. Çeşitli marifet ve şaklabanlıklarla avamın alakasını çekerek onları kendilerine bendeden bu taife, Allah'ın dinine bid'adlar da sokuyorlar. Dinde bulunmayan bazı hususları, dindenmiş gibi gösteriyorlar. Bunlar, görünüşte bizdendir de. Öyle ki kendilerini gördüğün zaman, ilk bakışta, insanları Allah yoluna davet edenlerin büyükleri ve ileri gelenleri sanırsın. Onlar hakkında sana Allah kafidir. Onlardan birini gördüğün zaman şöyle de:

-...Keşke seninle benim aramda şark ile garb arasındaki mesafe kadar uzaklık olsaydı.(zuhruf - 38)

Resulullah'ın yolunda giden tasavvuf ve tarikat ehlinin cahili bile, sözünü ettiğimiz bu taifenin kaffesinden daha hayırlıdır. Zira okumamış da olsalar, gerçekten tasavvuf ve tarikat hırkasını taşıyanlar, kendileri Allah ve Resulunun yolunda bulundukları gibi, senin de elinden tutarak, o yolun yolcuları arasına katarlar. Sana, Allah'ı zikretmeni, O'nun kitabına ve Resulullah'ın sünnetine uymanı söylerler. Bunun için sen yukarıda sözünü ettiğimiz taifeden uzak dur, kaç. Hemde arslandan kaçar gibi cüzzamlı hastadan kaçar gibi kaç!..

(Hak Yolcusunun Düsturları EL-HİKEM kitabı
Ebul alemeyn seyyid Ahmed er-Rifai k.s.)

Tarikat-ı Âliye'lerde Mürşidlerin (Şeyh Efendilerin) Uyması Gerekli Edebler (Usüller)
             
Müridi terbiye etmede mürşidin üzerine vâcibler vardır: Müridi nefsi için değil, ancak Allah için kabul etmelidir. Din nasihattir hadîs-i şerifi gereğince müridi ile bir arada, bulunmalıdır. Mürîd riyazete katlanırken âciz kalırsa, ona şefkat etmeli, rıfkla, yumuşaklık ve kolaylık göster­melidir. Mürsid müridini, annenin çocuğunu terbiye etmesi gibi terbiye etmeli, onun kadar şefkat göstermelidir. Müridin terbiyesine önce kolay bir yolla başlamalı, takat getiremeyeceği şeyi ânında ona yüklememelidir. Ağır ağır, zora doğru gitmelidir. Mürşid müridine en önce, tabiate uymağı terk etmesini ve şeriatin izin verdiği şeyleri yapmasını emretmelidir. Böylece mürîd, tabiat bağından kurtulup şeriat bağıyla bağlanır. Sonra şey şey ruhsattan azimete geçirip, maksattan birini kaldırıp, yerine azimetten birini koymalıdır. Eğer mürşid, Allahü teâlânın müminlerden evliyası, sevgilisi, emin ve âlimleri hakkında Allahü teâlânın yolunda yapıldığı gibi, Allahü teâlânın nuru ve Allah tarafından verilen ve ihsan olunan mükâşefe ve ilim (İlm-i ledünnî) sebebiyle mürîd için, işin başında mücâhede ve azîmeti yapması gerektiğini anlarsa (yani öyle bildirilirse), o zaman müride mücâhededen gerekli olan her şeyi emretmeli, müsamaha etmemelidir. Hattâ müridin kuvvet ve irâdesini harcamada kusur etmeyeceği riyazetlerin en çetiniyle terbiyesine başlamalıdır. Çünkü üstadı, müridin o riyazetin en çetini için yaratılmış olduğunu anlamıştır. Böyle olunca, müride hafif ve kolayını yüklemek, ona hiyânet olur.
          Üstâd, hiçbir şekilde, müridin parasından ve malından ve hizmetinden istifade etmemeli, faydalanmak istememeli, müridi terbiye etmede, karşılık olarak Allahü Teâlâdan mükâfat beklememelidir. Bilâkis, onu Allahü Teâlânın emir ve hükmüne uygunluk ve yalnız Hakkın hediyyesini kabul için onu terbiye etmeli, yetiştirmelidir. Zira mürîd, mürşidi tarafından istek ve zorlanma olmadan gelmiştir. Belki de gelmesi tamamen kaderdir ki, Allahü teâlânın, müridi irşâd ve hidâyeti, onu üstada göndermekle vâki' olmuştur. Bu durumda o mürîd, Allahü teâlâ tarafından güzel bir hediyye olduğundan, üstadın onu kabul etmesi, güzel terbiye etmek ve yetiştirmek ile ona ihsan etmesi lâzımdır. İşte bu yüzden müridin mal ve hizmetinden faydalanılmaz. Ancak Allahü teâlânın emri ile ve ona hizmet ettirme hakkında bildirmesi ile ve Allahü teâlâ, müridin kurtuluş ve ilerlemesini onun sebebiyle yaptığı ve onda mürşidi için pay ayırdığı malından getireceği şeyi kabul edebilir. Bu durumda redde lüzum yoktur. [Bunu anlayabilmek için de, velâyetin çok yüksek derecelerinde sahih keşif ve ilham sahibi olmak gerektiği buradan anlaşılmaktadır]. Mürşid, kendisine lâzım olan şeyi müridlerden istemeden cidden çok sakınıp, bu hususta Allahü teâlânın fiil ve kaderini gözetmelidir. Mürsid, kendisinde arzu, hevâ olan şeyde bulunmaktan kaçınmalıdır. Çünkü hevâ müridin hıfz ve tevfîkini zayi eder. Mürşidin müridini himmetle terbiye etmesi, müridde bir kusur veya gevşeklik gördüğü zaman, kalbinden mürîd tarafından nâib-i menâb bulunması lâzımdır.

Mürşidin, müridin sırrını hıfzetmesi, Allahü teâlânın mevhibelerinden yahut ledünnî ilim sebebiyle ince görüşle meydana gelen, yahut müridin ona bildirmesi, anlatılması ile bilinen şeyi başkasına söylememesi, sırrını saklaması lâzımdır. Müridinin sırrını başkasına söylemesi lâyık değildir. Çünkü müridin sırrı, mürşidi yanında emânettir. Nitekim, seçilmişlerin kalbleri, sırlar mezarıdır demişlerdir. Mürşid müridinin rahatlama yeri, esrar hazînesi, sığınağı, barınağı olmalıdır. Müridlerine cesaret ve kuvvet vermesi, yollarında sağlam tutması, onlara yardımcı olması, onları tarikattan korkutup ürkütmemesi ve onlarla sohbet etmesi lâzımdır. Mürsid müridin usûl veya fürû'da, dînin beğenmediği bir şeyini görürse, gizlice ona nasihat etmeli, onu azarlamalı ve bir daha o şeyi yaptırmamalıdır. Yahut mürîdinde iddia ettiği bir hâli görmezse, yahut ameliyle ucub ettiğini görürse, onu ucubdan korumalı, helakine sebeb olmaması için, hallerini kendisine az, ehemmiyetsiz ve kıymetsiz göstermelidir. Çünkü ucub [amelini, kendini beğenmek] kulu, Allahü teâlânın nazarından düşürür. Mürşid nasihatinin bütün cemâate duyurulmasını isterse, toplayıp hepsine söylemelidir. Öğrendim ki, içinizde söyle iddia eden, söyle konuşan, şöyle şöyle halleri ve işleri yapan kimseler varmış demeli, bununla ilgili kötü ve iyi şeyleri anlatmalı, hatırlatmakla o şeyleri yapmaktan men'etmelidir. Anlattığı şeyi, bir    kimseye tahsis etmemelidir. Zira onu böyle tahsisde nefret vardır.

Mürşid mürîdlerine sert davranır, ağır söylerse, onların gizli şeylerini ifşa eder, ayıb ve kabahatlarını yüzlerine vurursa, kalblerinde mürşidini ve onunla sohbeti istemekten nefret doğar. Bu ise bu büyükler yolunda ve kalblerinde Allahü teâlânın veli kullarına karşı sevgi bulunanlar yanında töhmet olur. Bunun için mürşid böyle şeylerden çok sakınmalıdır. Bu hal mürşidi kaplar ve bundan kurtulamazsa, bu durumda kendini irşâd mansabından(görevinden) azlederek, müridlerden ayrı kalıp, nefsinin riyazet ve mücâhedesiyle, kendini terbiye etmek, olgunlaştırmak ve ahlâkını güzel yapmakla uğraşmalı, hâlini düzeltecek bir mürşid aramalıdır. Çünkü böyle bir durumda onun mürşid olmağa salâhiyeti olmadığından, müridlerin Allahü teâlâya kavuşma yollarını kesmekten artık vaz geçmelidir.

(GUNYETÜ’T TALİBİN, Sayfa; 469-471, Müellifi: Abdulkadir Geylani (K.S), Çeviren: A.Faruk Meyan, Berekat Yayınevi, İstanbul 1975)

 

 

 


İstanbul / TURKEY