Loading...

Mulk suresi


67-EL-MULK SURESİ

Bu mübarek sûre, Tür süresinden sonra Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Otuz âyet-i kerîmeyi içermektedir. Bütün kâinat mülkünün, Allah'ın kudret elinde olduğunu bildiren bir âyet-i kerîme ile başladığı için kendisine böyle "Mülk Süresi" adı verilmiştir. Bununla beraber kendisine "Tebareke", "Münciye", "Vakıa", "Mania" gibi      adlar da verilmiştir. Çünkü: Birinci âyetin ilk kelimesi ile Allah-ü Teâlâ'nın mübarek, mukaddes. Yüce olduğunu bildiriyor. Ve kendisini okumaya devam eden

müminleri      korur, kabir azabından kurtarır, kurtuluşa erdirir. Nitekim bir hadîs-i : Heı

kim bu mübarek süreyi bir gecede okursa çok sevaba ermiş, çok hûş yapmış = rıza-i ilâhîye kavuşmuş olur. Bu mübarek süre ile bundan evvelki Tahrim Süresi arasındaki, münasebete gelince Tahrim Süresinde bâzı ilâhî tebliğ ve emirler vardır, ve insanların muhtelif kabiliyetlerde oldukları gösterilmiştir. Mülk Süresinde ise o gibi ilâhî beyanların ve muhtelif hâllerin birer hikmet gereği olup her hâdisenin ilâhî takdire göre, meydana geldiğine işaret buyurulmuştur.

Bu Mülk Süresinin başlıca konuları şunlardır:

1.  Bütün kâinatın Allah'ın mülkü olup hepsinde CenabHak'kın hikmetinin gereğine göre tasarrufta bulunduğunu anlatma.

2.  Ölümü de, hayatı da ne gibi bir hikmete, bir menfaate binaen Hak Teâlâ'nın takdir buyurmuş olduğuna işaret.

3. Semaların nasıl mükemmel bir şekilde süslü ve nasıl bir maksada vesîle olduğunu açıklama.

4.  Kâfirlerin nasıl bir azaba uğrayacaklarını ve günahlarını itirafa mecbur olacaklarını ihtar.

5.  Müminlerin de nasıl bir lütfa mazhar olacaklarını müjde.

6.  Müşrikleri kınama, putların adiliğini teşhir, dikkatleri kudret eserlerine çekme.

7. Yüce Yaratıcı'nın bütün mahlûkatı üzerinde dilediği şekilde tasarrufatta bulunacağını beyan.

8. Al I ah-ü Teâlâ'nın mukaddes zatına tevekkül ve sığınmanın lüzumunu emrve tavsiye.

 

 

 

1. Bütün mülk elinde -kudret elinde- olan -Al I ah-ü Teâlâ- pek yücedir. Ve O her şey üzerine hakkı ile kaad irdir.

1. Bu mübarek âyetler, Allah-ü Teâlâ'nın kudret ve azametini, bütün mahlûkatın Allah'ın hâkimiyeti altında bulunduğunu bildiriyor. Dikkatleri o Yüce Yaratıcının pek mükemmel olan yüce eserlerine çekiyor. Şöyle ki: (Bütün mülk) Bütün dünya ve âhiret âlemleri (dinde) kudret ve azameti elinde (olan) Allah-ü Teâlâ Hazretleri (pek yücedir.) pek uludur, pek mukaddestir. Tüm hayr ve berekete sahiptir, ezelîdir, ebedidir. Yok olmaktan yücedir, (o O her şey üzerine hakkî ile kaadirdir.) Bütün bu mümkinat üzerinde dilediği gibi tasarrufatta bulunmaya büyük kudreti fazlasıyla kâfidir. Dilediğini vareder, dilediğini yok eder, dilediği kullarını nimetlere, izzetlere nail  buyurur ve dilediği kimseleri de zilletlere, meskenetlere düşürür. Bütün bu mevcudat üzerindeki Yaratıcılığı; bir nice mühim hikmetlere, faydalara göre tecellî eder. Bütün kâinat üzerinde gerçek şekilde etkili olan; ancak ilâhî iradedir, ilâhî kudrettir. Onun irâde ve takdiri bulunmadıkça hiç bir zerre bile vücuda gelemez, getirilemez.

 

 

 

2. O ki: Ölümü ve hayatı yarattı, hanginizin amelce daha güzel olduğunuzu imtihan için ve O, hakkıyle galiptir, çok yarlıgayandır.

2.   Evet.. O Yüce Yaratıcının bütün emirleri, hükümleri bir nice hikmetlere, menfaatlere dayanmış bulunmaktadır. Kısaca (O ki:) O âlemlerin Rabbi ki: (Ölümü ve hayatı yarattı) Bunları takdir buyurdu ve bunlar için birer vakit tâyin ettiği o vakti ancak bir olan zâtı bilir. Ölüm, yâni hayatsızlık, hayattan önce gelir. Bütün hayat sahipleri, hayata ermeden evvel ölmüş, yâni: Yok bulunmuş bir hâlde idiler, binaenaleyh bu âyet-i kerîmede bu gibi nüktelere işaret için ölüm, hayattan önce gelmiştir. Bunların yaradılışındaki hikmete gelince o da ey insanlar!. (Hanginizin amelce) Akılca, anlayışça güzel, ibâdet ve itaatca (daha güzel olduğunuzu imtihan için) dir. Yâni: Ölüm ile hayatın yaradılışı, ey insanlar!. Kendinizin hallerini kendinize anlatmak içindir. Bu bir denemedir, imtihandır. Gerçekten Cenab-ı Hak, kullarının hâllerini, hareket tarzlarını anlatmak için onları imtihana tâbi tutmaya hâşâ muhtaç değildir. O bütün hâlleri, tavırları hakkî ile bilicidir. Bu imtihandaki hikmet ise kullarının hâllerini kendilerine bildirmek içindir. İlâhî adaletin tecellisi içindir. Hiç bir kimsenin bir mazeret ileri sürmeğe selâhiyeti kalmamak içindir. Bu imtihan neticesinde kimlerin mükâfata ve kimlerin cezaya lâyık bulunmuş oldukları ortaya çıkmış bulunacaktır, (ve O) Yüce Mâbud (hakkiyle gâlibtir.) İntikamı şiddetlidir, hiçbir suçlu, onun kahr pençesinden kendisini kurtaramaz ve (çok yarlıgayandır.) Kusurlarını bilen, tevbekâr olan kullarını da afv ve setreder. Onları cezalandırmaz. Ne büyük bir korkutma ve teşvik. Artık insanlar için lâzımdır ki: İlâhî azabı gerektirecek şeylerden kaçınsınlar, Allah'ın mükâfatına vesîle olacak olan güzel amellere devam etmekte bulunsunlar.

 

 

 

3.  O'dur ki: Yedi göğü tabaka tabaka olarak yarattı, o rahmanın yaratmasında hiç bir uygunsuzluk göremezsin, imdi gözü çevir -bak-, hiçbir çatlak görebilir misin?.

3.    Evet: O Ezeli Yaratıcının kudretine, azametine şahitlik eden şeyleri bir kere düşünelim, (O'dur ki:) o kudreti sonsuz olan Yüce Yaratıcıdır ki: (Yedi göğü tabaka tabaka olarak yarattı) Şu üstümüzdeki fezada birbiri üstünde olmak üzere yedi kat göğü, o pek muhteşem tabakaları bir direğe dayanmaksızın meydana getirdi. O (Rahmanın) o rahmeti bütün âlemleri kapsayan. Kerem Sahibi Yaratıcının (yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin) onların hepsi de harikulade bir intizam, bir ihtişam üzere yaratılmıştır. Onlar da, uygunsuz bir zıtlık, bir noksanlık yoktur, hepsi de pek mükemmel olarak ibret için nazarları aydınlatmaya vesiledir. (İmdi) Sen eğer bir şüphede isen (gözü çevir) de bak, dikkatle nazar et (hiçbir çatlak görebilir misin?.) o muazzam gök kubbelerinde, o pek gösterişli levhalarda elbette ki: Bir noksanlık yoktur. Hepsi de hikmet sahibi Yaratıcının kudret ve yüceliğine şahitlik eden birer hikmet harikasıdır.

"Fütur": Şukuk=yarıklar demektir.

 

 

 

4. Sonra gözü iki defa daha çevir, o göz sana yorgun bir halde olarak zelilce bir şekilde geri dönmüş olsun.

4. (Sonra gözü iki defa daha çevir) Tekrar tekrar o muazzam hârikalara, gök tabakalarına bak, son derece dikkatle seyret, güzelce bir düşün (o göz sana yorgun bir hâlde olarak zelilce bir şekilde geri dönmüş olsun) yâni: Eğer o semâlarda, o kudret hârikalarında bir şüphe var ise, onlarda bir kusur olduğuna inanıyor isen öyle dikkatli bir bakma neticesinde kendi kusurunu anlamış, zelil ve yorgun bir vaziyette kalmaya mahkum bulunmuş olursun. Evet.. Şüphe yok: Bütün bu yaratılmış âlem ve özellikle o pek yüksek, parlak gökler, pek mükemmel birer kudret eseridir, hiçbir kimse bunlarda bir noksanlık, göremez, bunların Allah'ın muazzam birer mahlûku olduğu açıktır. Artık bunların Yüce Yaratıcısını birlemek ve takdiste bulunmak, elbette ki: Biz kullar için en mühim bir kulluk vazifesidir.

"Hâsi: zelîl arzusundan uzaklaştırılmış kimse demektir. "Haşirde yorulmuş kişi, istediği şeye kavuşmadan kesilmiş kimse demektir.

 

 

 

5. Andolsun ki: En yakın olan göğü kandiller ile bezedik ve onları şeytanlar için atılacak şeyler kıldık ve bunlar için alevli ateş azabı hazırladık.

5.     Bu mübarek âyetler de dünya göğünün yıldızlarla bezenmiş olduğunu ve bunların şeytanları kovmak için birer ateşin yıldırım kesildiğini bildiriyor. Allah'ı inkâr edenlerin müthiş akıbetlerini ve cehennemde nasıl kınamalara mâruz kalacaklarını ve nasıl cinayetlerini itirafta bulunacaklarını haber veriyor. Cehennemin pek ateşin vasıflarını ve meleklerin kâfirler aleyhindeki beddualarını şöylece ihtar buyurmaktadır. (Andolsun ki,) Muhakkak bir kudret eseridir ki: (en yakın olan göğü) yer küresine nisbeten yakın bulunan göğü (kandiller ile bezedik) yâni: Parlak yıldızlar ile süsledik, kandiller ile hanelerimizi, mabetlerimizi süslediğimiz ve aydınlattığımız gibi o yıldızlarda gök levhasını daha muhteşem, daha gösterişli bir biçimde nurlar, ziynetler içinde bırakıyorlar, yeryüzünü de ışıklarından faydalandırıyorlar. İşte bütün bu ilâhi eserler, kusur lekesinden uzak olduğu gibi gökler de böyle fevkalâde bir güzellik ve cazibeye sahiptirler. Onların yaradılışındaki diğer bir fâideye, diğer bir hikmete işaret için de Hikmet sahibi Yaratıcı Hazretleri buyuruyor ki: (Ve onları) O yıldızları (şeytanlar için atılacak şeyler kıldık) yâni: O yıldızlardaki ateşlerden alınmış birer parça olan ve kendilerine Şinab denilen yakıcı şeyler ile şeytanları ateşlere hedef kıldık, onların göklere çıkmalarına meydan vermedik. İşte o yıldızlar, dünyayı süsledikleri ve bir takım hayat sebebi olan şeylerin vücuda gelmelerine birer sebep oldukları gibi öyle din düşmanları olan ve bir takım gök sırlarına muttali olup da onunla insanlara vesveseler vermek isteyen şeytanlara çarpıp onları yok etmek fâidesini de içermektedirler. (Ve bunlar için) Bu şeytanlar hakkında şihab ateşile helak olmalarından başka da âhiret (alevli ateş azabı hazırladık.) bu şeytanlar, âhiret âleminde cehennem ateşleri içinde ebedi olarak yanıp yakılacaklardır. Evet.. Şeytanlar ve onlar gibi insanları saptırmak isteyenler, gökleri ve o kadar ışıklı yıldızları ve diğer kudret eserlerini akıllıca bir şekilde seyredip de kendi inançlarını, hareketlerini güzelce tanzime çalışmayanlar, sonunda öyle müthiş bir azap ateşine mâruz kalacaklardır.

 

 

6. Ve Rab'lerini inkâr etmiş olanlar için cehennem azabı vardır. Ve ne fena dönüş yeri...

6.        Evet.. (Ve Rab'lerini inkâr etmiş olanlar için) Gerek şeytanlar ve gerek başka kâfirler için (cehennem azabı vardır.) onlar sonunda cehennem ateşleri içinde kalıp yanıp yakılacaklardır. O azaptan kurtulamayacaklardır. (Ve ne fena dönüş yeri.) dir o cehennem, sonunda, bütün o kâfirler o cehenneme sevk edileceklerdir. Ve öyle pek ateşin bir inkılâp mahallinde ebediyen kalacaklardır.

 

 

7.  Oraya atıldıkları zaman onun için bir hıçkırık işitmiş olurlar ve o kaynar bir haldedir.

7.         O suçlular (Oraya) o cehenneme (atıldıkları zaman onun için) o Cehenneme âit (bir hıçkırış) son derece gazaba tutulmuş bir şahsın gürültüsü gibi bir m (işitmiş

olurlar) o sebepten de ayrıca üzüntü, ıztıraplar içinde kalırlar (ve o) cehennem (kaynar bir hâldedir.) onun suyu dâima kaynar, içersine atılanları haşlar durur.

 

 

 

8. Az kalır ki: -Cehennem- öfkesinden dolayı parçalansın, her ne vakit içine bir taife atılınca onlara cehennem bekçileri sormuş, olurlar ki: Sizlere bir korkutucu -Peygamber- gelmedi mi?.

8.         (Az kalır ki:) Cehennem (öfkesinden dolayı parçalansın) o suçlulara karşı pek şiddetli bir gazap tesiriyle öyle pür heyecan bir hâle gelmiş bulunur, (her ne vakit) cehennem (içine) kâfirlerinden (bir taife atılınca onlara cehennem bekçileri) Hazene-i Cehennem denilen memurlar, bir kınama ve başlarına bir kalkınma maksadı ile (sormuş olurlar ki: Sizlere) dünyada iken (bir korkutucu) bu ilâhî azabı size ihtar eden, size ilâhî âyetleri okuyan bir Peygamber (gelmedi mi?.) siz ne için öyle küfür ve isyan içinde yaşayarak böyle bir azaba lâyık bulunmuş oldunuz.

 

 

9.       Derler ki: Evet... Muhakkak ki: Bize bir korkutucu -Peygamber-geldi, fakat biz tekzîb ettik ve dedik ki: Allah bir şey indirmemiştir, siz başka değil, ancak büyük bir sapıklık içindesiniz.

9.    O suçlular ise, tam bir üzüntü ile pişmanlıklarını açıklayarak (derler ki: Evet.. Muhakkak ki, bize bir korkutucu geldi) bize bir Peygamber gelerek ilâhî âyetleri okudu, bizi bu cehennem azabı ile tehdit etti, bizi uyandırmaya çalıştı (fakat biz tekzîb ettik) o Peygamberi tasdik etmedik (ve dedik ki: Allah bir şey indirmemiştir.) senin okuduğun şey, bir ilâhî kelâm değildir. (Siz) Ey Peygamberlik iddiasında bulunanlar!, (başka değil, ancak büyük bir sapıklık içindesiniz) siz de bizim gibi bir insan bulunuyorsunuz, size Allah tarafından öyle bir memuriyet, bir peygamberlik verilmiş değildir. İddianız hakikate aykırıdır. Siz sadâkat yolundan çıkmış, Hak'tan uzaklaşmış bulunuyorsunuz.

 

 

10. Ve diyeceklerdir ki: Eğer biz işidir olsa idik veya akıllıca düşünse idik, biz bu çılgın cehennemin yârânı arasında bulunmuş olmaz idik.

10.       (Ve) O cehenneme atılmış olanlar, kendilerinin Peygamberlerine karşı ne kadar câhilce iddialarda, isnâdlarda bulunmuş olduklarını böyle itiraf etmekle beraber (diyeceklerdir ki: Eğer biz' işitir olsa idik) O Peygamberlerin tebliğlerini can kulağı ile güzelce dinlemiş bulunsa idik (veya akıllıca düşünse idik) o muhterem zâtların o kadar hayır diler ihtarlarını ,nasihatlarını akıllıca bir hâlde düşünse idik, şimdi (biz bu çılgın cehennemin mahkûmları arasında bulunmuş olmaz idik.) Öyle bizi aldatmış olan şeytanlar ile beraber bu cehennemin feveran edip duran ateşi içine düşmüş bulunmazdık. İşte bir ilâhî lütuf olan aklını, vicdanını kötüye kullanarak haktan ayrılan, doğru sözleri dinleyip kabul etmeyen, bâtıl şeylere tâbi olup duran kimseler, bilâhare böyle bir pişmanlılığa, felâkete uğrayacaklardır...

 

 

11.  İşte günahlarını itiraf etmiş olurlar. Artık o çılgın cehennem yârânı için -ilâhî rahmetten- bir uzaklık olsun.

11. (İşte) Peygamberlerini inkâr etmiş, kendi nevalarına tutulmuş olanlar, âhirette kendi (günahlarını) böyle (itiraf etmiş olurlar) Ne yazık ki: Artık bu itirafları kendilerine bir fâide vermez (artık o çılgın) daima kaynayıp duran (cehennem yârânı için) şeytanlar ile onlara tâbi olanlar için Allah'ın rahmetinden (bir uzaklık olsun) onlar ebediyen ilâhî affa nail olamayacaklardır. Veya onlar için cehennem içindeki müthiş bir dere bir daimî ikametgâh bulunsun, onlar o kurtuluş ümidinden uzaklaştıkça uzaklaşsınlar, onların o kötü hâllerinin neticesi, bundan başka değildir.

"Suhk" kelimesi, uzak olmak demektir ve cehennem içindeki bir derenin adıdır.

 

 

 

12. Şüphe yok, o kimseler ki: Rab'lerinden gıyaben korkarlar, onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.

12.    Bu mübarek âyetler, mü'mînleri sevindiriyor, onları îmanda sebata teşvik ediyor. Yüce Mâbııd Hazretlerinin her şeyi bilip, her şeyden haberdar olduğunu beyan buyuruyor, insanların çalışıp dünyevî nimetlerden istifade etmelerine, ahiret hayatını da unutmamalarına işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Şüphe yok, o kimseler ki:) O samimi Müslümanlar ki: (Rab'lerinden gıyaben korkarlar.) O Yüce Mabudu görmedikleri veya onun azabını müşahede etmedikleri hâlde, onun her şeyi tamamı ile bildiğini ve kudret ve büyüklüğünü düşünerek onun kudsî hükmlerine muhalefetten çekinirler. Veyahut insanların görmeyecekleri bir yerde bulunsalar dahi yine dînen yasaklanmış şeyleri yapmazlar, Allah-ü Teâlâ'dan kalben korkarak İslâm terbiyesi dairesinde hareket ederler, üzerlerine düşen vazifeleri İfaya çalışırlar, onlar öyle samimî müslümanlardır, işte (onlar için bir) büyük (mağfiret vardır) onların günahları yarlıganır, afvedilir (ve) onların haklarında bir ilâhî lütuf olarak (büyük bir mükâfat vardır.) onun derecesini takdirden bütün insanlık âcizdir.

Evet,   tam bir samimiyetle mü'mîn olan, en tenha bir yerde bulunsalar dahi, ilâhî emre muhalif bir harekette bulunmaktan çekinen, ilâhî azaptan korkan, temiz vicdanlı      zâtların istikbâlleri pek güzeldir. Hakikî şekilde mutlu olanlar, ancak onlardır. Nitekim, bir hadîs-i şerifte: (: Sen Al I âh-ü Teâlâ'yı görüyormuşsun gibi ibâdette bulun, her ne kadar sen onu görür olmadın ise de, şüphe yok ki: O seni görmektedir. Bu gibi dinî emirlere uyan müslümanlar, dâima temiz bir hayata sahip bulunmuş olurlar, günahlardan sakınmaya çalışır dururlar.

 

 

13.  Lakırdınızı gizleyiniz veya onu açıklayınız, şüphe yok ki: O -Yüce Yaratıcı- gönüllerde olanı hakkıyla bilendir.

13.      Evet... Ey insanlar!. Siz ister (Lâkırdınızı gizleyiniz) hayra veya şerre yönelik olan düşüncelerinizi içerinizde saklayınız, kimseye söylemeyiniz (veya onu açıklayınız) maksadınızı ilân ediniz, her hâlde (şüphe yok ki: O) Yüce Yaratıcı (gönüllerde olanı hakkîle bilendir.) kullarının bütün kalplerinde olanı bilicidir, güzelce mi düşünüyorlar, yoksa çirkin şeyler mi düşünüp duruyorlar, hepsini de âlemlerin Rabbi Hazretleri tamamı ile bilir, ona göre haklarında mükâfatı, cezası tecellî eder. işte bu hakikati iyice bilmiş olunuz, ona göre hareketlerinizi tanzime çalışınız, artık sizin bütün kalbî sırlarınızı böyle tamamı ile bilen bir Yüce Yaratıcı, sizin açıkça yapmış olduğunuz şeyleri de tamamen bilmez mi?. İnanmışız ki bilir, O'na hiçbir şey gizli kalamaz.

İbn-i Abbas RadiyallâhAnh'tan rivayet olunduğuna göre müşriklerin, Hz. Peygamber hakkındaki, bâzı dedikoduları, Resül-i Ekrem'e vahyen bildiriliyordu, bundan dolayı, müşriklerin bâzısı, bâzısına dedi ki: "Sözlerinizi gizleyin, tâ ki: Muhammed'in Rab'bi işitmesin" bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil olmuş, CenabHak'kın gizli olanı da, açık olanı da tamamı ile bildiği bütün halka ihtar buyurulmuştur.

 

 

14. Yaratmış olan zat, bilmez mi?. Latîf, Habîr olan, O'dur.

14.       Evet.. Yüce Yaratıcı Hazretleri bütün gizli ve aşikâre olan şeyleri bilir, bir kere düşünmeli, muazzam kudret ve hikmet ile bu âlemleri (yaratmış olan zât) o Yüce sıfatları olan Yaratıcı, kullarının bütün açık ve gizli fiil ve sözlerini (bilmez mi?) elbette ki: Tamamı ile bilir. Şüphe yok ki: (lâtif) olan, bütün kalplerdeki düşünceleri bilen ve (habîr olan) bütün açık ve gizli bulunan şeyleri tamamı ile bilen (O'dur.) O Kâinatın Yaratıcısı Hazretleridir. Artık o Yüce Yaratıcımız, elbette ki: Bütün kullarının sözlerini işitir, işlerini görür, ona gizli ve açık hiçbir şey kapalı kalamaz. Bir kere o Yüce Yaratıcının kudret eserlerine bir ibret gözü ile bakınız, onun ne kadar kudret ve azamet sahibi olduğunu düşününüz.

 

 

15. O, O'dur ki: Sizin için yere boyun eğdirdi, artık onun omuzlarında yürüyün ve rızkından yeyin ve dönüş de O'nadir.

15. (O) Yüce Mabut (odur ki:) O kudret ve azamet sahibi olan bir benzersiz yaratıcıdır. Ey insanlar!, (sizin için yere boyun eğdirdi) O koca yer küresi alanını sizin emrinize verdi, siz ondan istediğiniz gibi istifâde edebiliyorsunuz, üzerinde seyahatlerde bulunuyorsunuz, onun sularından, madenlerinden ürünlerinden faydalanıyorsunuz, ticaretinizi geliştirebiliyorsunuz, o koskoca yeryüzü, size adetâ zelilce bir şekilde itaatkâr bulunmuş oluyor. (Artık onun omuzlarında yürüyün.) Yâni: O'nun her canibinde, veya sahralarında, dağlarında, derelerinde, denizlerinde seyahate devam edin, ticaretinizi güzelce geliştirin, o size pek ziyâdesi ile kolaylıklar göstermektedir. (Ve rızkından yeyin) Allah - ü Teâlâ'nın yer yüzünde size rızk olmak üzere yarattığı şeylerden, nimetlerden istifâde edin (ve dönüş de O'nadır.) kıyamet gününde bütün hayat sahiplerinin kendisine rücü edecekleri zât da Cenab-ı Hak'tan başka değildir. Bütün kullar, o Ezelî Yaratıcının manevî huzuruna sevk edileceklerdir. Dünyadaki amellerine göre, mükâfat ve cezaya uğrayacaklardır. Artık insanlar, bu akıbetlerini de düşünmelidirler, ilâhî nimetlerin kadrini bilip şükrünü İfaya çalışmalıdırlar. İnsanlar, dünyada ebediyen yaşayacaklar imiş gibi bir gaflete dalarak âhireti düşünmekten geri kalmamalıdırlar. Meşru şekilde hem dünyalarına, hem de, âhiretlerine çalışmaya devam etmelidirler.

Bu      âyet-i kerîme; ticaretin, helâl bir şekilde kazanç sahasına atılmanın dînen mendub, makbul olduğuna işaret buyurmaktadır. İslâm dini, müslümanları hem dinî

vazifelerini   îfaya, hem de meşru surette dünya işleri ile, kazanç ile iştigâle sevk ve teşvik buyurmaktadır. Nitekim, bir eserde de şöyle gelmişti: Şüphe yok ki: Al I âh-ü T e âlâ, s an'at ehli olan mümin kulunu sever, işte mübarek dînimiz bizleri böyle maddî ve manevî yükselme

yollarına tergîb ve teşvik buyuruyor. Ne mutlu buna riayetkar olanlara!.

 

 

16. Emin mi oldunuz, gökte olanın sizi yerin dibine geçirivermesinden? O vakit o yer, çalkanıverir.

16. Bu mübarek âyetler, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini inkâra cür'et eden dinsizleri başlarına bir takım felâketlerin gelmesi ile korkutuyor. Onlardan evvel Peygamberlerini tekzîb edenlerin nasıl bir helake uğratılmış olduklarına bir ikaz vesilesi olmak üzere işaret ediyor. Cenab-ı Hakk'ın o inkarcıları helake kaadir olduğunu göstermek için onların dikkatlerini bir kısım kudret delillerine çekiyor. Şöyle ki: Ey Hz. Muhammed'in Peygamberliğini tekzîb eden inkarcılar!. Siz (Emin mi oldunuz.) hiç korkmaz mısınız? (gökte olanın) yâni: Emir ve tedbiri göklerde cereyan eden Yüce Yaratıcının veya bunların idaresi ile görevlendirilmiş olan meleklerin (sizi yerin dibine geçirivermesinden) böyle olabilecek ve pek korkunç bir âkibeti hiç düşünmez misiniz, ki, inkâra devam eder durursunuz?. (O vakit o) Üzerinde bulunduğunuz yeryüzü (çalkanıverir) mustarib olup hepinizi altına alarak helak eder. Vaktîle yerlerin altına geçirilmiş olan Karun'un kıssası malûm değil mi? Siz ne için o gibi kıssalardan bir uyanma dersi almıyorsunuz?. Şimdilik size râm olan, sizin için bir refah ve selâmet sahası bulunan yeryüzünün bu tekzibinizden, bu şükran vazifesini İfa etmediğinizden dolayı sizin için bir helak makberi olması ihtimâlinden hiç endişe etmez misiniz?

"Haşt" yere batmak, yerin içine atılarak gaip olmak demektir. "Temur" kelimesi de titrer, sarsılır, toz hâline gelir manasınadır.

 

 

17. Emin mi oldunuz o gökte olanın üzerinize ta; yağdıran bir rüzgar göndermesinden? Artık yakında bileceksiniz ki: Korkutmam nasıldır.

17.     Ve ey dinsizler!. Yoksa siz (Emîn mi oldunuz) size bir teminat mı verildi, (o gökte olanın) gökte tasarrufa kaadir bulunan zatın (üzerinize ta; yağdıran bir rüzgâr göndermesinden?) Böyle bir musibete uğrayabileceğinizi de hiç düşünmez misiniz?. Nitekim Lüt kavmi ile Fil ashabı böyle semavî bir ta; yağmuruna tutulmuşlardı. (Artık yakında bileceksiniz ki, korkutmam nasıldır.) O kendisiyle korkutulan müthiş azabı gördüğünüz zaman, felâketi anlayacaksınızdır. Ne yazık ki: Artık o anlayış, size bir fâide veremeyecektir.

"Hasib" Şiddetli rüzgârdır ki: Ufak taşları yerlerinden savurup etrafa saçar.

 

 

18.  Muhakkak ki, onlardan evvelkiler tekzîb etmişlerdi. Artık nasıl oldu inkârım!.

18.     Yüce Yaratıcı Hazretleri, Saadet asrındaki kâfirleri tehdît için şöyle buyuruyor: (Muhakkak ki, onlardan) o Mekke-i Mükerreme'deki ve etrafındaki kâfirlerden (evvelkiler) Nüh ve Ad kavimleri gibi dinsizler de Peygamberlerini (tekzîb etmişlerdi.) onlar da ilâhî dini inkâra cür'et göstermişlerdi. (Artık nasıl oldu inkârım) Onları nasıl azaplara uğratarak mahv ve cezalandırmış oldum. Bu tarihen sabit, bilinen bir hâdisedir. Bunları bu sonraki inkarcılar hiç düşünmüyorlar mı?. CenabHak'kın her şeye kaadir olduğunu düşünmeli değil midirler?.

 

 

19.  Üstlerinde olan kuşlara bakmazlar mı ki: Kanatlarını açıcılardır ve kapayıverirler. Onları rahmandan başkası tutuvermez. Şüphe yok ki: O, her bir şeyi görücüdür?

19. O inkarcılar, kısaca (Üstlerinde olan kuşlara bakmazlar mı ki:) havada uçuşan o kuşları olsun bir kere ibret gözüyle bakmazlar mı ki: O kuşlar havada (kanatlarını açıcıdırlar.) uçtukları zaman havada kanatlarını yayarlar (ve) vakit vakit de kanatlarını yanlarına çarparak (kapayıverirler.) böyle garip bir tarzda uçuşlarını temîn etmiş bulunurlar, (onları) Öyle bomboş bir hava içinde (rahmandan) Yüce Yaratıcıdan (başkası tutuvermez.) onlar sırf ilâhî kudret ile öyle bir boşlukta dolaşmaya muvaffak oluveriyorlar. Yoksa öyle ağır cisimlerin havada duramayıp yere düşmeleri kendilerine ait bir tabiat gereğidir. Onları yerin çekme kuvveti de düşürür. Halbuki, bunun tersine olarak havalarda diledikleri taraflara hiç düşünmeden uçup gittikleri dâima görülmektedir. Bütün bunlar, ilâhî kudret ile, ilâhî takdîr ile böyle vukua gelmekte bulunuyor. Bunları da bir ibret gözüyle seyretmek gerekmez mi? (Şüphe yok ki: O) Rahmeti evrensel Yüce Yaratıcı (her bir şeyi görücüdür) bilicidir, bütün eşyanın inceliklerini bilendir. Dilediği harikulade şeyleri vücuda getirmeğe de kaadirdir. Bu kadar yaratılış hârikalarını görüp duran insanlar için hiç lâyık olabilir mi ki: O Yüce Yaratıcının varlığını, kudret ve azametini bilip tasdik etmesinler!. Ondan başkasına tapınıp dursunlar.. O ne kadar câhilce hareket!.

"Saffat" havada uçarken kanatlarını açıvermiş olan kuşlar demektir.

"Kabz" kelimesi de kapamak, tutmak ve sür'atle sevk etmek manasınadır.

 

 

 

20. Yoksa sizin için kimdir O Rahmân'ın berisinde size yardım edecek ordunuz!. Kâfirler ise ancak bir gurur içindedir.

20.  Bu mübarek âyetler. Yüce Yaratıcı'nın gözler çarpan hayret verici kudretini, birliğine ait delilileri gördükleri hâlde, putlara tapınan müşrikleri kınıyor. O putlardan bir fâide göremeyeceklerini ihtar buyuruyor. Öyle müdriklerin hâlleri ile mü'minlerin hâllerini birer misâl ile beyan ederek mü'minlerin hidâyet üzere bulunduklarını, müşriklerin ise ne kadar sapıklığa düşmüş olduklarını bildiriyor. Ve CenabHak'kın i I âh lığına ve yaratıcılığındaki tekliğine şahitlik eden delillere işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Müşrikler!. Bir kere düşünmez misiniz?. Size yönelecek bir azabı sizlerden uzaklaştıracak bir yardımcınız mı vardır?. (Yoksa sizin için kimdir, o Rahmân'ın berisinde size yardım edecek ordunuz?.) Elbette ki, öyle küfür ve şirk içinde yaşamaktan ayrılmıyorsunuz? (kâfirler ise ancak bir gurur) bir aldanış (içindedirler.) onları şeytan, aldatmaktadır. O bâtıl putlarından fâide göreceklerine dair vesveselerde bulunarak müşrikleri aldatıp durmaktadır. Allah - ü Teâlâ'nın pek geniş olan rahmeti sebebiyledir ki: İnsanlar, yeryüzünde yaşayıp bir çok şeylerden faydalanıyorlar. Kâfirleri, asileri hemen mahv ve tenkil buyurmuyor. İşte bu âyet-i kerîmedeki Yüce "Rahman" ismi buna işareti içermektedir. Artık bu ilâhî rahmeti takdîr ederek ve yücelterek onun şükrünü İfaya çalışmalı değil miyiz?.

 

 

21.  Eğer sizin rızkınızı kesmiş olursa, sizi rızıklandıracak olan kimse kimdir?. Hayır.. Onlar bir böbürlenme ve bir kaçınma içinde devam eder dururlar.

21.     Evet.. Ey müşrikler!. Şunu da düşününüz ki: (Eğer) O Merhamet sahibi Yaratıcı (sizin rızkınızı kesmiş olursa) bütün geçim vasıtalarınızı yok ederse, meselâ yağmurları yağdırmayıp, rüzgârları estirmeyip, yeryüzünü kup kuru, havadan mahrum bir hâlde bırakırsa, denizlerin sularını yerlerin altına geçirirse, artık (sizi merzuk edecek olan kimse kimdir?.) Cenab-ı Hak'tan başka bir rızk verici bulabilir misiniz?. Ne mümkün.. Ne yazık ki: Müşrikler, bu hakikati düşünmezler, (Hayır..) Onlar bu düşünmeden mahrumdurlar. (Onlar bir böbürlenme) bir kibirlenme, bir inat içinde yaşarlar (ve bir kaçınma) hakkı kabulden uzaklaşma (içinde devam eder dururlar.) bu hâlleri, şeytanın kendilerini bir aldatmasıdır. Sefahetlerinin bir neticesidir. Yoksa bir şecaat, bir delile dayanan eseri değildir.

"Lecac" temadi, bir şeye dâvam etmek demektir. "Utuv" da kibirlenmek ve inat etmektir. "Nufur" da haktan yüz çevirip uzaklaşmaktır.

 

 

22.  İmdi yüzü üzerine kapanarak yürüyen mi daha çok hidâyete erendir, yoksa dosdoğru bir yol üzerinde dimdik yürüyen kimse mi?

22.     (imdi) Bir kere o müşrikler ile mü'minlerin hâllerini bir göz önüne alıp mukayese ediniz (yüzü üzerine kapanarak yürüyen mi) öyle zelilce bir vaziyet alarak yerde sürüne sürüne bir tarafa gitmek isteyen bir şahsı mı (daha çok hidâyete erendir) istediği mahalle selâmetle varabilecek bir hâldedir, (yoksa) bütün duyu organları ve kuvvetleri mükemmel olup da, (dosdoğru bir yol üzerinde dimdik yürüyen kimse mi?.) Öyle bir hidâyete erendir?. Elbette ki: Bu dosdoğru yürüyen kimsedir. İşte müşrikler, yollarını şaşırmış, zelilce bir tarzda yerlere sürünüp giden kimselere benzerler ki, onlar hidâyete, selâmete eremeyeceklerdir. Mü'minler ise tam bir selâmet ve intizam ile yollarını takip eden kimseler gibidirler ki: Elbette gayelerine ulaşacaklardır. Hidâyete ve uhrevİ saadete kavuşacaklardır.

İşte İman ile küfür arasında böyle pek büyük bir fark vardır. Ne yazık ki: Kâfirler bunu takdir edemiyorlar.

 

 

23.  De ki: O, O -Zat- dır ki, sizi yarattı ve sizin için kulak ve -zlerve gönüller var kıldı, pek az şükrediverirsiniz.

23.     Ey Yüce Peygamber!. O münkirlere (de ki: O, O) Yüce Yaratıcı, o ulu zat (dır ki: Sizi yarattı) Yüce kudreti ile sizi hârika bir şekilde varlık alanına getirdi, sizi hayata nail etti (ve sizin için kulak) verdi, onunla ilâhî âyetleri öğütleri işitip onlardan faydalanasınız (ve gözler) yarattı. Yüce Yaratıcının kudret eserlerine bakarak onun birliğini, kudret ve azametini anlayasınız (ve gönüller var kıldı) ki: Güzelce tefekküre dalaşınız, akıllıca düşünerek selâmet ve saadetinize vesîle olacak bir güzel inanca ve güzelce amellere sahip bulunasınız. Ne yazık ki: Ey İnsanlar!. Bu kadar kuvvetlere, nîmetlere nail olduğunuz hâlde siz, (pek az şükrediverirsiniz) içinizden bir çokları bu kuvvetleri kötüye kullanmaktan ayrılmazlar, bunları ne için yaratılmışlarsa ona yöneltmezler, o kadar nimetleri kendilerine ihsan buyurmuş olan Yüce Yaratıcıya şükretmez, onun emirlerine ve yasaklarına riâyette bulunmazlar. Böyle bir nankörlük, insanlığa yakışır mı?.

 

 

24. De ki. O, O -Zat- dır ki: Sizi yer yüzünde -yaratıp- yaydı ve ona toplanacaksınızdır.

24.        Ve ey Yüce Resul!. O inkarcılara şunu da (De ki:) kendilerine ihtar buyur ki: (O, O) ulu zât (dır ki, sizi yer yüzünde) yaradıp (yaydı) sizi büyük büyük cemiyetlere ayırdı, yer sahasını sizlere boyun eğdirdi, onun her tarafında dolaşıp durabiliyorsunuz, maddî istifadelerinizi temin edebiliyorsunuz. Fakat bu dünya hayatı böyle devam etmeyecektir. Bir gün bu dünya hayatından ayrılacaksınızdır (ve O'na) o sizi yaratmış olan Yüce Mabudun manevî huzuruna, onun tâyin buyuracağı mahşere sevk edilerek hesap için (toplanacaksınızdır.) Bir hesap ve muhakeme neticesinde ya mükâfatlara veya cezalara uğrayacaksınızdır. Artık bu akıbetinizi düşünmeli, daha elde fırsat varken hâlinizi ıslâha çalışmalı değil misiniz?.

 

 

25. Ve derler ki: Şu vâdedilen, ne zamandır?. Eğer sâdıklar oldu iseniz.

25.     Bu mübarek âyetler de, kıyametin kopma zamanını bir alay maksadı ile soran inkarcılara Resûlullâh'ın ne şekilde cevap vermekle mükellef olduğunu bildiriyor. O kâfirlerin kıyamet gününde nasıl çirkin bir vaziyette kalacaklarını ve nasıl bir kınamaya uğrayacaklarını gösteriyor. Resûl-i Ekrem'in de nasıl bir îman ile ve tevekkül ile vasıflanmış bulunduğunu beyan, kâfirlerin de nasıl bir sapıklıkta bulunduklarını biraz sonra anlayacaklarını ihtar ediyor. Ve o nankör inkarcıların hayat sebepleri olan lezîz suların yerlerin altına çekilip gittiği takdirde onlara o taptıkları putların ve diğer mahlûkatın bir akar su veremeyeceklerine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Müşrikler, Resül-i Ekrem'e ve ona tâbi olanlara karşı inkârlarına devam ederler (ve) onlara hitaben bir alay tariki ile (derler ki: Şu vâdedilen) haşir ve neşir, kıyamet vukuu (ne zamandır?.) bize onun vaktini tâyin ediniz bakalım (eğer) siz iddia ettiğiniz hasrın, kıyametin kopması hakkında (sâdıklar oldu iseniz..) haydi o vakti bize haber veriniz.

 

 

26.  De ki: Şüphe yok, o bil ki, ancak Allah'ın indindedir ve ben muhakkak ki: Ancak açıkça bildiren bir korkutucu -Peygamber- im.

26.   Cenab-ı Hak da, Resül-i Ekrem'ine hitaben buyuruyor ki: Ey Peygamberlerin en şereflisi!. O inkarcılara (de ki: Şüphe yok, o bil ki.) o kıyametin kopma zamanına ve hakkınızda azabın gelme zamanına ait malûmat (Allah'ın kat nidadır, t o hâdisenin ne zaman vücuda geleceğini ancak Al I ah-ü Teâlâ bilir, onu başkaları hikmet gereği bilmezler, (ve ben muhakkak ki: Ancak) ilâhi hükümleri, kulluk vazifesini (açıkça bildiren bir korkutucuyum) bir Peygamberim, benim peygamberlik vazifem bundan ibarettir. İşte ben sizi îmana davet ediyorum, kabul etmediğiniz takdirde azaba uğrayacağınızı ihtar eyliyorum, artık geleceğinizi düşününüz.

 

 

27. Vakta ki, onu - o azabı - yakın bir halde görüverdiler, kâfir olmuş olanların yüzleri çirkinleşmiş oldu ve denildi ki: İşte bu, oduk ki, siz bunu talebettiniz.

27.   (Vakta ki,)  O  kıyameti,  o  azabı  inkâr eden  kâfirler (onu)  o  elem verici  (yakın  bir hâlde  görüverdiler.) Yâni:  Görecekleri  zamanki,  bu  görüşleri  muhakkak olduğundan bugün olmuş gibi bulunmaktadır. Artık (kâfir olmuş olanların yüzleri çirkinleşmiş oldu) kapkara kesilmiş, pek (irkin bir vaziyette kalmış bulundu, yâni bulunacaktır (ve) bir kınamak için kendilerine (denildi ki: İste bu odur ki:) en müthiş azaptır ki: (Siz bunu istediniz) Bir inkâr ve alay yoluyla acele istediniz. Artık Simdi bunu inkâr edebilecek misiniz? Çok uzak..

 

 

28. De ki: Gördünüz mü?. Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları helak etse veya bize rahmet buyursa, ya kâfirleri pek acıklı bir azaptan koruyacak kimdir?.

28.     Ey Merhametli Peygamber!. O kâfirlere bir uyanma dersi olmak üzere (De ki: Gördünüz mü?.) nasıl düşünüyorsunuz, bana haber veriniz bakayım, (eğer Allah, beni ve benimle beraber olanları helak etse) hepimizi de öldürse (veya) o kerîm Mabudumuz (bile rahmet buyursa) bizim ecelimizi tehir etse, bizi zafere, İslâmiyet'i yaymaya muvaffak buyursa siz ne kazanacaksınız?. Siz îman etmedikçe bizim ölmemiz de, kalmamız da size bir fâide veremez ve siz buna mâni olabilir misiniz?. (Kâfirleri pek acıklı bir azaptan koruyacak kimdir?.) Ey kâfirler!. Artık siz kendinizi düşünün, eğer siz böyle küfrünüzde devam eder durursanız muhakkak ki: En Şiddetli azaplara uğrayacaksınızdır. Elbette ki: Sizi o putlarınız, o o kendilerine güvendiğiniz büyükleriniz sizi o azaptan kurtaramayacaklardır. Sizin için bir kurtuluş çaresi vardır ki: O da, siz daha dünyada iken Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini âhiret gününe îmandan ve kulluk vazifelerini îfaya çalışmadan ibarettir.

 

 

29.  De ki: O Rahmandır ki: Ona îman ettik ve ona tevekkülde bulunduk. Artık yakında bileceksinizdir ki: O apaçık sapıklıkta bulu-nan kim imiş.

29.      Ey Yüce Peygamber!. O inkarcılara (Deki: O) Allah-ü Teâlâ, (rahmandır ki:) ben ve benimle beraber olanlar (O'na) o merhametli Mabuda (îman ettik) ondan başka Yaratıcı ve Mâbud olmadığını bilip tasdik eyledik (ve O'na tevekkülde bulunduk) Çünkü: O Ezelî Yaratıcıdan başkası hiçbir kimsenin hakkında bir menfaati veya bir zararı yaratmaya kaadir değildir. Bütün muvaffakiyeti o Yüce Yaratıcıdan niyaz etmelidir. (Artık) Ey küfürlerinde ısrar edip duranlar!, (yakında) O azabı gördüğünüz zaman (bileceksinizdir ki: O apaçık sapıklıkta bulunan kim imiş.t bizler mi yoksa siz inkarcılar mı?. Kâfirler hakkında ne büyük bir tehdîd. Evet.. O zaman o kâfirler ne kadar dalâlet içinde kalmış olduklarını anlayacaklardır. Fakat, artık kaybedileni telâfi etmeye imkân kalmamıştır.

 

 

30.  De ki: Bana haber veriniz, eğer suyunuz yerin dibine gidip çeki I ive re cek olsa artık size kim bir akar su getirecektir?.

30. Ey beyanı hikmetli Peygamber!. O nankör inkarcıları uyanmaya davet için kendilerine (De ki: Bana haber veriniz) nasıl bir imkân görebilir misiniz?. (Eğer suyunuz) yer yüzündeki hayat vesileniz olan çeşmeler, ırmaklar vesaire (yerin dibine gidip çeki I ive re cek olsa) o suları bir daha elde edemez bir hâle gelseniz (artık size kim bir akar) kolaylıkla elde edilebilir (su getirecektir?.) elbette ki: Allâh - îi Teâlâ getirebilir, ondan başkası getiremez. O hâlde bütün varlığınızla o Kerîm olan Allâh-ü Teâlâ'ya ilticada bulunmalı, onun birliğini, kudret ve azametini, rahmet ve şefkatini bilip tasdik ve yüceltme ile değil misiniz?. İnsanlığın selâmeti, hidâyete nail olması ancak bu tasdik ve yüceltmeli değil misiniz? İnsanlığın selâmeti hidâyete nail olması ancak bu tasdik ve yüceltme ile, o Yüce Yaratıcıya iltica ile kaimdir.

Ibn-i Mes'üt RaddiyallâhAnh'tan rivayet edilmiştir ki: Resül-i Ekrem Sallâlâh-ü Aleyhi Vesellem Efendimiz: "Bu âyet-i kerîmeyi okuyan kimse: (Main) den sonra: "Allâh-ü Rabbül'âlemîn" = Alemlerin Rabbi Allah... demelidir diye buyurmuştur. Yüce Yaratıcı Hazretleri, cümlemizi temiz bir îmandan, bir ebedî feyzden mahrum bırakmasın, âmin..


İstanbul / TURKEY